Kayseri; Erciyes yanar dağının lavlarından oluşan
 topraklar üzerine kurulmuş bir şehir merkezidir.

Kayserinin iklimini ise Erciyes dağı belirler.

Verimsiz topraklara sahip olduğundan   ne pamuk yetiştiren ovaları  nede fındık, tütün, çay gibi gelir getirecek ürünleri vardır. Dağları ise ormansız kel bir görünüm sergiler.

Hele hele deniz gibi bir nimete hiç sahip değidir.

Her türlü tabiat zenginliğinden mahrum olan Kayseri ve insanının yani Kayserilinin,  hayatını idâme ettirebilmesi için bir tek yolu kalıyor o da ekmeğini taştan çıkartmak.

 Bu yüzden Kayserili taş ve duvar ustası ve işte bu yüzden de Kayserili sıvacı ve boyacıdır.

Kayserili üretken olmak zorunda olduğundan imalatçıdır.Ayrıca Türkiye’nin  ortasında  bulunması, ipek yolu üzerinde olması, dünyanın sayılı  fuarlarından olan, bin yıllık mazisi bulunan   Yabanlu Bazarının (bir neyi sergi, fuar ve  pazar yeri) Kayseri de kurulması Kayseriliyi ticaret yapmaya yönetmiştir. Yüzde sekseni ticaretçi olan Kayserililer çok fazla beyin cimlastiği yapmak zorunda  ve bu nedenle akıllı olmak mecburiyetindedir. Zaten düşünen insanın beyin hücreleri gelişir ve ortaya akıllı bir insan çıkar. İşte bu faktörler Kayserili Akıllı, kurnaz, becerikli, yapıcı ve üretici kılmıştır. Fıkralara gelince   Bilindiği üzere tüm fıkralar beyin  ürettiği ve akıl gücünün meydana getirdiği marifetleridir. Kayseri fıkraları da tamamen  aklın ve ince zekanın birer eseridir.Dünyanın kabul ettiği Kayserililik ayrıcalığı bunlardan kaynaklanmakla birlikte fıkra ustalarımız Nasrettin Hoca ve incili çavuş meşihur Kayserililerimizdir. (Nasrettin Hocanın Kayserili olduğunu  yada Kayseri de yaşadığını kanıtlayan Mezar taşı Kayseri müzesindedir.)   Zaten fıkralarına bakıldığı zaman  Cennet mekan Nasrettin Hocada   bir Kayserili zekası olduğu göze çarpar. İncili çavuşumuz ise zaten  nüktedanlığı ile ünlüdür. Kayseri fıkraları dinlendiğinde güldürmekle beraber düşündüren, ders ve ibretler çıkartılan  nitelikte birer

şaheserdir. 

Şu size sunmaya çalıştığım bir demet fıkranın    Kayseriliyi çok daha iyi anlatacağına inanıyor, hoşça zaman geçirmenizi diliyorum. Saygılarımla.

 

 

                  ÖĞÜNMEK GİBİ OLMASIN DİYE

Öğretmen, okula yeni gelen öğrencilerle tanışırken, sıra Kayserili bir öğrenciye gelir, nerelisin sorusuna

-         Manisalıyım hocam.der

-          Sınıfta arkadaşları fiskosa başlar, hoca öğrencilere ne olduğunu sorar öğrencilerden biri ayağa kalkarak arkadaşımız Kayserili olduğu halde Manisalıyım diyor der.

 Hoca nedenini sorunca Kayserili çocuk

-Öğünmek gibi olmasın diye öğretmenim, der..

            

 

KİM BİLECEK!

1930’lu veya 1940’lı yıllar. Kayserilinin uyanıklığı memleket geneline yayılmıştır. Herkes bu durumu biraz kıskanarak gurur meselesi yapmaya başlamıştır Herkes birbirine Kayseriliyi öyle abartarak anlatıyormuş ki,  karşıdaki patlıyor,

“Yok o kadar da değil” demekten kendini alamıyormuş. Anlatan ısrarla devam ediyormuş:

- Yemin ediyorum ki, ne yaparsan yap; seni kandırırlar.

Böyle bir ortamda iken, hayvanlarla ilgili tez hazırlayan bir doçent:

-  Hem tezim için araştırma yaparım, hem de Kayseriliyi tanırım.

Diyerek arabasına atlamış ve Kayseri’ye doğru sürmüş adam. Boğaz köprü   yakınlarına geldiğinde bir çoban koyunları otlatıyormuş. Hemen durmuş ve çobanın yanına varmış.

- Selamünaleyküm.

- Aleykümselam...

- Ben İstanbul’dan geliyorum. Yakında Profesör olacağım. Hayvanlar üzerinde araştırma yapıyorum. Bu araştırmalarım bir kitap olacak ve herkes okuyup bilgi  sahibi olacak.

-  Neyini araştırıyon hayvanların ki?

-  Ben, -hangi hayvanlar yumurtlar, hangi hayvanlar yavrular?- onu araştırıyorum.

- Beyim sen iki senedir bunu mu araştırıyorsun?

-  Evet

- Beyim bunu kime sorarsan bilirler. Kulağı içinde olanlar yumurtlar; dışında olanlar yavrularlar...

Adam, çobanın bu ukalalığına biraz bozulmuş ama çaktırmamış;

- Söyle bakalım siz milleti nasıl kandırıyorsunuz?

Çoban adama:

-         Sana şimdi bir soru soracağım. Sorduğum sorunun cevabını bilemezsen bana üç lira vereceksin. Ben bilemezsem ben sana bir lira vereceğim. Sen Profesörsün, ben çobanım. Kabul mü?

 -         Tamam, sor bakalım.

- Dünyada üç gözlü bir hayvan ismi söyle. Madem hayvanları araştırıyorsun.

Adam düşünmüş, kitaplarını karıştırmış, bulamamış tabii.

- Bilemedim

- Ver o zaman üç liramı.

 Adam sessizce çıkarıp üç lirayı vermiş ama, sabırsızlıkla da sorunun cevabını beklemektedir. Hayvanlar üzerinde yıllardır araştırma yapan adam üç gözlü hayvanın ismini öğrenecektir.

Şimdi düşünme sırası  çobana gelmiş. Bir süre  düşündükten sonra çoban

-- Ben de bilemedim, al şu bir liranı.

Adam bir elindeki paraya, bir çobana ve çobanın elindeki iki liraya bakmış. Hiçbir şey söylemeden arabasına atlamış ve Kayseri’ye girmeden geri gitmiş İstanbul’a...

                    DELİKLERİ NEREDE?

  

Kayserili dükkana girdi ve tezgahtara iyi bir şapka almak istediğini söyledi. Tezgahtar kutudan bir şapka çıkartarak adama uzattı:

   “Bu size çok yakışacak,” dedi. “Hem rengi, hem de biçimi tam size göre... Fiyatı da 50,000 000 lira”

   Kayserili: “Fena değil!”diyerek şapkayı eline aldı ve araştırdıktan sonra

   “İyi ama delikleri nerede diye sordu

   “Ne delikleri

             -Bu şapkaya50,000, 000  verecek keçinin boynuz delikler!...”

 

 

                     ALIRKEN Mİ? SATARKEN Mİ?

 

Öğretmen bir Kayserili  minik öğrencisine;

-Söyle bakalım iki kere iki kaç eder, der.

Cin gibi gözleri parlayan çocuk;

-         Alırken mi - satarken mi öğretmenim diye sorar.

PAPAZIN İNSAN OLAN EŞŞEĞİ

            İki kayserili, bir papazın pazardan eşek aldığını görür müziplik olsun diye papaza oyun yapmak isterler.

Üç arkadaş tan biri papazın yularından tutup çekip götürdüğü  eşeğin yanına yaklaşıp yuları eşşeğin kafasından çıkarıp kendi boğazına takar ve arkadaşlarına işaretle eşeği alıp götürmelerini  anlatır.

Arkadaşlarıda eşşeği çekip götürürler. Arkadaşlarının köşeden kaybolduklarını gören kayserili boğazında eşşeğin yuları takılı olduğu halde biraz daha yürüdükten sonra; Allahım sana şükürler olsun, sen her şeye kaadirsin diye bağırınca, bu sesi duyan papaz arkasına döner bakar ki,pazardan aldığı eşşeğin yerine bir adam bağlı, papaz ne söyleceğini şaşmışken, hemen kayserili şöyle der.

-Papaz efendi sen ne hayırlı adammışın, ben yıllar önce büyük bir günah işlemiştim

Allah beni cezalandırıp eşşek yapmıştı ama şimdi bağışladı, tekrar insan oldum. Her halde Allahın bağışladığını sende bağışlarsın der cevap beklemeden başından yuları çıkartığı gibi yürür gider. Arkadaşlarının yanına varır ve birlikte  papazın eşşeğini pazara çekerler. Papazsa eşşeksiz kaldığından “aldığım eşşek adam oldu bâri gidip bir eşşek daha alayım diye pazara gelir. Pazarda niye hayrete düşeceği bir hadiseyle karşılaşır.

-Hayret satın aldığım eşşek biraz önce  adam olmuştu yine eşşek olmuş yine satılıyor.Hayret ve dehşen içinde eşşeğe yaklaşıp kulağına eğilerek şöl eder.Hey mübarek adam  ne çabuk suç işledin ki Allah seni tekrar eşşek yaptı.

 

 

BOYACI ÇOCUĞUN AKLI

Okul saatleri dışında ayakkabı boyayan bir çocuğa, ayakkabısını boyatan bir taşralı  nerelisin ?diye sorar, Çocuk:

-Kayseriliyim, der

ayakkabı boyatan  adam alaycı bir ifadeyla münasebetsizce:

-Kayseri de Eşşeği nasıl boyarlar?

Boyacı elinde ki fırçasını müşterinin ayakkabısını üzerinde daha süratle gezdirerek:

-İşte böyle, efendim,der.

 

İKİ KİLO YETİŞİR

Kayserilinin birine

-Bir eşşeği boyamak için ne kadar boya gider, diye soran bir münasebetsize Kayserili cevap vermeden önce onu iyice süzdükten sonra:

-Sen kalıptakine  iki kilo yeter, der.

 

BİR TANE KALMIŞ

 

Bilindiği gibi Kayserililer ticaretci bir ruha sahip insanlardır

 mal almak için istanbula giden bir kayserili çok güzel ve geniş hemde köşe başı bir dükkanı görünce burada çok güzel ticaret yapılır düşünceleriyle dükkanın içine gayri ihtiyari uzun uzun bakar

bunu gören dfükkan sahibi:

-Ne bakıyorsun?

-Hiç burada ne satılıyor diye baktım.

-Eşşekbaşı

-Belli oluyor ki hepsi satılmış, bir tane kalmış.

 

SANA İLİŞMEZLER

 

Münasebetsizin biri Kayseriliye sormuş:

-Yahu...siz eşşek etinden pastırma yaparmışınız, öyle mi?

-Kayseriye gideceksen hiç merak etme, sana ilişmezler.

 

ELLERİN BOŞ MU GELECEEN

İstanbul da yaşamaya başlayan bir Kayseriliye asker arkadaşı

-Yav arkadaşım, yıllardır görüşemedik inan ki seni çok özledim, yerini tarif etsen de İstanbul’a gelince görüşsek

Kayserili evini tarif eder ve der ki;

-Arkadaşım dolmuştan ineceğin durak Pazar yeridir oradan bizim ev yüz yüz elli metre kadardır artık oraya kadar da yürürsün. Eve geldiğin zaman da başınla çile bas, omuzunla da kapıyı yitdin mi acılır.

-Yahu ellerimi kullanmayacak mıyım.

-         o kadar uzak yoldan  geleceende ellerin boş mu olacak ki.

 

   

 “ ANASINI BOYAYIP BABASINA SATAR “

 

Kayserili bir adam ellisinden sonra biraz para kazanmaya başlayınca evlenmeye kalkar. Oğulları buna karşı çıkarak

-  Aman baba bu yaptığın çok ayıp, anneme haksızlık olur. Onun gösterdiği sevgi ve fedakarlığa reva mı? Ayrıca senin alacağın kadın çok şeyler ister etme eyleme derler

-   Ossun olum size ne,kazananda benim harcayacak olanda.

Çocukları bakarlar ki babaları laftan sözden anlamıyor. Çare olarak Kayseriliye has keskin zekalarını kullanırlar. Hem aileyi kurtarmak hem de paranın azdırdığı babalarına ders vermek için kolları sıvarlar.

- Tamam baba seni evlendireceğiz. Yeni kadın geleceğine göre artık annemin evde durması yakışmaz. Onu annannemlere gönderelim.

derler.

Çocuklar kendi aralarında yaptıkları planı uygulamaya koyarlar.

-  Baba sana çok güzel bir kadın bulduk. Yalnız altın istiyor.

-Ossun olum güzel ise paradan kaçmam.                 

-Tamam baba on bilezik , bir gelep inci alacağız , para..

-Baba burma alacağız para..

-Baba düzen düzülecek para..

-  Baba çalgı tutulacak para...

Derken babalarını epey masrafa boğar, evlenmek istediğine pişman

ederler.

Nihayet annelerini bir güzel süsleyip, boyalayıp gelinlikler içinde davullu zurnalı eve gelin getirirler. Adam işi fark edemez ve hayatından çok memnun bir gün geçirir.  Herkes merakla sabahı bekler.

Sabah olunca adam bakar ki kadın kendi karısı...her ne kadar belli etmese de hanımından utanır. Çocuklarının ve çevrenin yüzüne bakamaz olur. Çocuklarsa bir aileyi kurtarmanın sevincini yaşarlar...Bu zekâ örneği hikaye Kayserililer için

“ANASINI BOYAR BABASINA SATAR” sözüne sebep olur.      

 

 

 

                      

                                BEN NEBİYİM

   Nebi adındaki saf ve temiz bir delikanlı askere gider

Altı ay gibi bir süreden sonra izine gelir, fakat sürpriz olsun diye anne ve babasına haber vermeden gece geç vakit evlerinin kapısını çalar

-Anneeee...Babaaaaaaa

annesi sese uyanır ve

-Kim oooo, diye ses verir

  dışardan gelen ses aynen şöyledir

-Ben neyimmmm

kadın bir anda anlayamaz ve sorusunu yeniler

-İyi de sen kimsin

cevap  yine aynı

-Benim bennebim

kadın  öfkeyle şu cevabı verir

-Behey şaşkın, sen seni bilmezsen  ben seni nebiyim.

YAHUDİ’NİN ADRESİ

 Meleklerden biri  öbür dünyada bir  Kayserili ile bir Yahudi’yi  karşısına çağırarak:“Bakın” demiş, buradaki  davranışlarınız çok hoşumuza gitti, mükafat olarak sizi tekrar dünyaya göndereceğiz. Hatta size bir de dilekte bulunma hakkı tanıyoruz. Ne istiyorsunuz.

Yahudi hemen atılmış:

-Bana bol para ihsan edin. Melek: Tamam demiş, 

-Sen ne istiyorsun deyince

Kayserili cevap vermiş:

-Ben mi? bana sâdece  şu Yahudi ‘nin  adresini verin yeter!..

 

                    İKİ KAYSERİLİ

  

Kayserilinin biri Amerika’ya gitmiş. Yirmi yıldan beri Amerika’da oturan hemşehrisini arayıp bulmuş. Biraz lafladıktan sonra sormuş:

“Bunca yıldır burada ne iş yapıyorsun?”

“Geldiğimden beri aynı fabrikada çalışıyorum”

Türkiye’den gelen kızmış:

“ Yahu insan 20 yıldan beri çalıştığı fabrikanın sahibi olmaz mı?

Sen ne biçim Kayserilisin?”

“Olamam, olamam, bu fabrikanın sahibi olamam!”

“Niye?”

“Fabrikanın sahibi de Kayserili de...”

                 

MESLEK SEÇİMİ

Kayseriliye sormuşlar:

- Çocuklarınıza meslek seçerken nelere dikkat edersiniz, onları nasıl yönlendirirsiniz?

- Çok akıllı olanları beşinci sınıftan sonra okutmayız, bir miktar sermâye verip onları ticarete atarız. Orta zekâlı olanları okutur memur vs. yaparız.

- Peki daha az akıllı  olanları, zekâ geriliği olanları ne yaparsınız?

-   Ha onları mı? Onları bir partiye kaydettirir, siyasete atar,  parti

başkanı, yöneticisi, milletvekili falan yaparız.

 

 

 

 

                       EYLEN ŞOFÖR  EFENDİ

 

Köyden gelinini rahatsızlığından dolayı şehire getirmekte olan Ahmet Ağa, gelininin çok sıkıştığını, ihtiyacı olduğunu  öğrenir. Bunun  üzerine yüksek sesle bağırır:

-   Eğlen şoför efendi, gelin çöğdürecek.

                                     

 

ERKİLETLİ BAKKALIN PARA BOZMASI

Çocuk eline aldığı  beş liralık kağıt parayı  bozduracaktır.  Birkaç  dükkana sorar. Parayı bozduramaz. En son Erkiletli bakkal Hasan Ağa’ya gelir.

-Hasan Emmi, beş lirayı bozan mı?

-Yok oğlum, bozuk yok.

Çocuğun gözü çekmecedeki  bozuk paralara ilişir.

-Hasan Emmi, bak orda bir çok bozuk para var. Sana zahmet  paramı bozsana, der.

-Niye bozacağım. Allah Allah, ne menfaatim var. Al beş lira, ver beş lira...

                                AL ELİMİ

 

Yüzme bilmeyen bir Kayserili denize düşmüş. Suya bir batıp bir çıkıyormuş. Sahil de üşüşmüşler, adamın başına:

-“Ver elini!... Ver elini” diye  çağırmaya başlamışlar.

Kayserili bir türlü elini uzatmıyormuş. Tesâdüfen gelen bir Kayserili ona  elini ver demeyin alamazsınız ama elimi al derseniz elinizi tutar, yoksa kurtaramazsınız der.

Denileni yaparlar Kayserili iki eliyle uzatılan eli tutar.

Ve kurtarılır. Orada ki adama sorarlar kardeşim sen ne bildin elini vereceğini. Adam cevap verir; Ben de Kayseriliyim, biz vermesinden çok almasını severiz de ondan 

 

AMERİKADAN MÜHENDİZ

   Kayseri’nin bir köyünde imece  yöntemiyle yol yapılıyormuş. Bunun için de eşekten yararlanılıyormuş. Eşek hangi yolu izlerse, orayı genişletip araba yoluna dönüştürüyorlarmış.

   0O dönemde köye gelen Amerikalı bir barış gönüllüsü, ne olup bittiğini kavrayamadığı için sormuş:

  - Ne yapıyorsunuz böyle?

- Yol yapıyoruz.

-  Bu eşek ne işe yarıyor?

-  O yolun mühendizi. Yola uygun yerini o gösterir.

Barış gönüllüsü gülmüş:

-  Ya eşek bulamasaydınız?

- O zaman Amerika’dan mühendiz getirirdik.

 

                                   KÖR BALIK

 

Bilindiği gibi Kayserililer ticaretin en ince ayrıntılarını harfiyen uygulayan, alım ve satım erbâbı insanlardır özellikle bir malı (alırken kazanmak) en büyük taktikleridir. Alınan malı gerekirse kötüleyerek, değersiz göstererek, alıcı olurlar. Aldıktan sonra ise o mala güç yetmez olur. Buna bir örnek vermek istiyorum;

   Bir Kayserili, balıkçı dükkanına uğrar güzel görünen iri bir balığın gözüne bannağını dürterek

-Hemşerim şu kör balığa niy isdiyon. Der.

 

 

 

 

 

 

 

 Bir alış-veriş sebebiyle Kayserilininin biri bir yahudiye boçlanmış.

Kayserili Borcunu Erciyesin karı eridiği zaman ödemeyi şart koşmuş.Yahudi de bunu kabul etmiş.

Yaz mevsimin de ersiyesinkarının erimiş olmasını düşünen yahudi kalkıp kayseriye gelmiş ve alacaklısından parasını istemiş.

O da Erciyesi göstererek:

-Bak henüz kar erimedi.

Bunun üzerine yahudi bir yaz daha bekleyerek, ikinci yaz gelmiş.  Erciyesin karının erimediğini görerek, demek ki bu sene yaz yeterikadar sıcak olmamıştır bu sebepten kar erimemiş diye düşünerek alacağını isteyemez.

 Ertesi sene, ertesi sene sene derken Erciyesin karıının hiç erimediğini gören yahudinin oldukça canı sıkılmış ve düşünceli bir şekilde sokaklarda dolaşırken,  iki çocuğun kendi aralarında hararetli bir konuşma geçtiğine kulak misafiri olmuş.

Çocuklardan biri alacağını isterken, borçlu çocuk:

Erciyesin karı erisin de vereyim. Deyince.

Alacaklıçocuk:

-Erciyesin gaçan sene ki karı eridi, aktı. O gördüğün kar bu senenin karıdiye tepki göstermiş.

Kayserili bir çocuktan aldığı bu akılla Kayseriliden alacağını kurtarabilmiş.